Vajininumus tadavisinde bireyin ilk yapacagı sey hayatını biraz  daha nazik yaşamaktan  cıkıp hayatı biraz  daha  piskopat insanların yaşadığı gibi yaşamaktır. biraz  daha  cesaret kazanabilicekleri işlerle  uğraşmaktır. Tabi bunların en temelinden başlayarak sert bir  kadın olma yolunda  ilerlemeilir. Örnegin arabasının lastigi patladıgın kendisi tamirleyecek elleri yara oldugunda  pantolonuna  silip aklına bile  takmamasını öğrenecek.  sürekli kendini dinler nerem acıyor, ah basım ah gözüm diyerek gidesen bu iş olmaz. dünya  üzerinde yapılan araştırmalar doğrultusunda  genelde bu sorunu yaşayan kadınların canının çok kıymetli olduğuı ortaya cıkmıştır. her  ne kadar ben korkak değilim  yeri geldiğinde  acımasız olabilirim deselerde  iş o noktaya  geldiğinde genelde  çekimserlik başlar  daha sonrasında heyecan agresif tavırlarla  birlikte adranalin salgılayan vucut kendikendine  hiç olmayacak bir şeyden korkmaya başlar. Bu tedavide  birden çok yöntem olduğu gibi en basit  denenebilecek uygulama budur. Bu uygulamaya  devam ederken birey sürekli vajen bölgesini incelemeli orasının ne  kadar genişleyebileceğini bilmelidir. Ayrıca kendikendilerine uygulamada yapbilir. En yakın zamanda siz  okurlarımıza bu yazı dizisi hakkında  yazılarımızda  döneceğiz. Artık ilişki sorunu yaşyan bayan kalmayacak. Kİmsede bu kadar vajinusmustavilerine paralar  akıtmayacak. Vajinismus tedavisi en uygun fiyata  yani bedavaya gelecek.

 

Bu konu hakkında yakın zamanda açıklama yapılacaktır.

 

stetoskop

Stetoskop, hastaların göğüslerini din­lemek üzere hekimlerin kullandıkları âlettir. Ünlü Fransız hekimi Laennee'i, 1816 yılında stetoskopu icat etmeye yö­nelten bir çok sebep vardı: Bir defa, kulağı doğrudan doğruya hastanın göğ­süne dayamak suretiyle yapılan mua­yene, özellikle yağlı ve şişman bünyeler­de, istenilen sonucu vermiyordu, ikin­cisi, bu çeşit muayeneyi kadın hastala­rına uygulamak, adı geçen hekimi sıkı­yordu. Diğer taraftan, sağlık kotumu-nun gerektirdiği temizliğe uymayan hastalarını kulağıyla muayene etmek, Laennec için hoş olmayan bir durumdu. Laennec'in buluşuna ışık tutan bir iz­lenimini, kendisinden dinleyelim: "Bir gün, aklıma, herkesin bildiği bir akus­tik olayı geldi: İnsan, bir kirişin ucuna kulağını dayadığı zaman, kirişin öbür ucuna bir toplu iğneyle vurulacak olsa, bu vuruşun sesini gayet net olarak işi-tebilirdi. Bunun üzerine elime bir def­ter alıp, onu bir boru biçiminde kıvır­dım. Borunun bir ucunu, kalp bölgesi­nin üzerine koydum, öbür ucuna da ku­lağımı dayadım. Kalp atışlarını doğru­dan doğruya kulağımla dinlediğim za­mankinden çok daha net işitince, hem şaşırdım, hem sevindim!" Bu olaydan sonra, Laennec'in yapacağı iş, buluşu­nu, kalp ve ciğeri dinlemeye en elverişli bir âlet biçiminde gerçekleştirmekten ibaretti.

Laennec, malzeme olarak sırasıyla aba­noz, sedir, ıhlamur, hezaren ve camı denedi. Sonunda, gürgenden yaptığı, bir ayak boyundaki, ortası delik, trom­pet kornesi biçimindeki stetoskopta ka­rar kıldı.

Bugün de, Laennec'in stetoskopu örnek alınarak, ağaçtan ya da madenden, orta­sı delik, kulak ucu yuvarlak bir plâka­dan ibaret, öbür ucu ise huni ağızlı ste-toskoplar yapılmaktadır, özellikle pratisyen hekimler, deha ge­lişmiş, iki kulaklıktı ve bir ses alıcısıyla donatılmış stetoskoplardan yararlanırlar. Bir de elektronik stetoskop vardır. Bu âlet, insan vücudunun iç organlarından gelen gürültüleri büyültücü bir düze­ne sahiptir. Bu âlet sayesinde kalbin ya da akciğerin normal ya da anormal bü­tün sesleri tespit edilirler. Böylelikle, hekim, teşhisine yardımcı olacak bilgi­leri edinir.

tıbbî termometre

Bir hekimin hastasına sorduğu ilk soru­lardan birisi şudur: "Ateşinize baktınız mı?"

Hepimizin bildiği gibi,, tıbbî termo­metre, vücudumuzun ısısını ölçmeye yarayan âlettir. Bölüntüleri 35-42 san­tigrat dereceleri arasında yapılmıştır ve her derece de on bölüme ayrılmıştır.

Tıbbî termometre, civalı ve maksi-mumludur. Yâni kullanıldığı zaman, haznesindeki civa, âletin incecik borusu içinde yükselir ve bir seviyeye gelince durur. Bu seviye, vücut ısısını gösterir. Âleti kullandıktan sonra civayı hazneye indirmek, bunun için de, termometreyi yukarıdan aşağıya doğru sertçe sarsmak gerekir.

Termometreyi kullanmak için hazne kısmı koltuk altına, dil altına ya da gö­dene yerleştirilir. Vücudun normal ısısı 36,5-37 santigrat derecedir.

pülverizatör

Sıvı halindeki bazı ilâçların püskürtül-mesinde kullanılan pülverizatör, ince ve eğik bir cam boru ile bunun altında bulunan bir şişeden meydana gelmiştir. Cam boruyla bağlantılı olan şişeye, püs-

kürtülecek sıvı konur. Eğik çubuğun ucunda ise, bir ağızlık bulunur. Sıvıyı püskürtmek için, âletin kauçuk puan sıkılır. Bu sıkma sonucunda oluşan ha­va, şişedeki sıvının yükselerek, ağızlık­tan, toz zerresi gibi küçücük damlalar halinde fışkırmasını sağlar. Pülverizatörler, bazı deri, burun, boğaz ve bronş hastalıklarının tedavisinde kullanılırlar.

enjektör

Enjektör, organizmaya bir sıvı ilâcı şı­rınga etmeye yarayan tıbbî âlettir. Bu âletin, fırınlanmış camdan bir gövdesi ve yine camdan, gövdenin içine tıpatıp uyan bir pistonu vardır. Gövdenin üze­ri santimetreküp bölüntülüdür. Enjek­törün ön ucundaki yuvasına, çelik ya da nikelden, oyuk bir iğne takılıdır. Enjektör kullanılmadan önce, kaynar suda mikropsuz hale getirilir. Enjek­töre ilâç almak için, piston dibe kadar indirildikten sonra, iğne sıvıya daldırı­lıp, piston yukarı çekilir ve iğne, enjek­siyon yapılacak yere uygulanır.

damlalık

Bütün ecza dolaplarında yer alan bu küçük âlet, hepimizin bildiği gibi, bazı sıvı ilâçların reçetede gösterildiği üze­re damla damla sayılmasını sağlar. Damlalık, bir cam tüpten meydana gel­miştir. Tüpün bir tarafı incelmiş olup, küçücük bir delikle son bulur. Öbür tarafında ise, kauçuktan bir "pu­ar" bulunur. Damlalığa sıvı çekmek için, tüpün ucu sıvıya daldırılır ve puar sıkılır. Tüp dolunca, puar serbest bı­rakılır, ilâcı damlatmak için puar ha­fifçe sıkılır. Bunun üzerine. tüpün ucunda bir damla belirir ve düşer.

masaj aleti

Masaj, sağlık koruma ve hastalık teda­visi gibi amaçlarla, vücudun yüzeyine el ya da âletlerle uygulanan bir ovma işlemidir. Masajın geçmişi, çok eski çağlara kadar uzanır. Eski Çin'de ve Mısır'da, masaj yapılırdı. Ancak, masa­jın tıpta uygulanması, 19'uncu yüzyılda başlamıştır. Günümüzde bu iş için çe­şitli âletlerden yararlanılmaktadır. Bun­lardan <I>vibromasör, </I>bir elektrik moto­ruyla donatılmıştır. Motor, âletin kau­çuktan yapılma, çeşitli biçimlerdeki parçalarını titreştirir. Bu titreşimler, vücut üzerinde masaj etkisi yaparlar.

radyoskopi ve radyografi

Ondokuzuncu yüzyılın sonlarına doğru, bilim dünyası, bir fotoğraf karşısında, o vakte kadar görülmemiş bir heyecanlu sarsıldı. Bu fotoğraf. Alman fizikçisi Wilhelm Röntgen'in bayatta ve sıhhat­te olan eşinin el iskeletini gösteriyordu! Röntgen, bu işi, birtakım garip ışınlar sayesinde gerçekleştirmişti. Buluşuna kendisi de şaşan bilgin, bu ışınlara, Ba­tı dillerinde "bilinmeyen" anlamına gelen "X" ışınları adını verdi. Biz ise, bunlara doğrudan doğruya "Röntgen ışınları" diyoruz.

Röntgen, X ışınlarını, havası boşaltıl­mış ve içinde iki elektrot bulunan bir ampule, çok yüksek voltajlı elektrik akımı vererek elde etmişti. Katottan çıkan ışınlar, anottan yansıyınca, X ışınlarına dönüşüyordu. Röntgen ışın­ları, pek çok bakımdan ışık ışınlarına benziyordu. Ne var ki, Röntgen ışınları, dalga boyları pek kısa olan ışınlardı; saydamsız cisimlerden kolayca geçebi­liyorlardı, işte bu özellik sayesinde, o zamana kadar kimsenin aklının ucun­dan bile geçmeyen bilimsel araştırmala­rın Çığırı açıldı; <I>radyoskopi </I>(Röntgen ışınlarının aydınlattığı bir flüorışıl ek­randa, insan vücudunun iç kısımları­nın muayenesi) ve <I>radyografi </I>(Rönt­gen cihazıyla insanın iç yapısının fotoğ­rafını alma) keşfedildi. Röntgen ışınlarının dalga boyları de­ğişiktir. Dalga boyları çok kısa ışınla­rın (katı ışınlar) cisimlerden geçme gü­cü çok fazladır. Dalga boyları nisbeten az kısa Röntgen ışınları (yumuşak ışın­lar) ise, geçtikleri cisim tarafından ko­layca emilirler. Öbür yandan, dokula­rın geçirgenlikleri de, dokunun cinsine göre değişir. Deri, sümüksel dokular, kaslar, Röntgen ışınlarını kemiklerden ve deriden çok daha az emerler. Çeşitli organların saydamsız kısımlarının rad­yoskopi ekranında ve radyografi filmin­de beliren görüntüleri, yara, bere gibi doku bozukluklarını, diş çürüklerini, kırıkları ya da organizmadaki yabancı maddeleri tespit etmeye yararlar. Röntgen ışınlarından, kanserli tümörle­rin tedavisinde olduğu kadar, maden sanayiindeki araştırmalarda ve fizikte, billurların incelenmesinde de yararla­nılmaktadır.

çelik ciğer

Solunum hareketlerimiz, ciğerlerimi­zin düzenli bir şekilde havalanmasını sağlayan mekanik olaylarla gerçekleşir. Soluk alma dediğimiz etkin olay, diyaf­ram ve kaburga kaldırıcı kaslarının ça­lışması sonucu, göğüs kafesinin geniş­lemesiyle meydana gelir. Diyafram ve kaburga kaldırıcı kaslarının art arda hareketleriyle, göğüs kafesinin hacmi büyüyünce, soluk borusundan giren ha­va, göğüs kafesinin içinde bulunan es­nek ciğerlere dolar ve onları şişirir. Bu, solunumun birinci zamanı, yâni <I>soluk alma'dır.  Solunumun ikinci ve prensip

olarak edilgin zamanı ise,  soluk vermedir. Bu olayda, solunum kaslarının eski haline dönmesiyle, göğüs kafesinin hac­mi küçülür. Akciğerlerdeki hava kese­lerinde bulunan hava, basınçla dışarı atılır ve ciğerler eski durumuna gelir. Solunum sırasında, sinir sisteminin yö­nettiği bir sürü kas, faaliyet gösterir. Söz konusu uyarıcı kaslar, çalışma gü­cünden yoksun kalacak olurlarsa, ölüm­le sonuçlanan soluk tıkanıklıkları mey­dana gelir. Buna, bir virüsün yol açtığı, omuriliği bozan ve solunum kaslarını çalışamaz hâle getiren felç olaylarında çok rastlanır. İşte böyle durumlarda, çelik ciğere başvurulur ve solunum ha­reketlerini otomatik bir biçimde sağ­layan bu cihaz sayesinde, pek çok has­tanın hayatı kurtarılır.

Çelik ciğer, aynen solunum ritminde olduğu gibi, ciğerleri havayla doldurur, sonra bu havayı geri verir. Cihaz, ge­çirgen olmayan, sağlam bir madenî göv­deden yapılmıştır. Hasta, başı bu gövde­nin dışında kalacak şekilde, cihaza yer­leştirilir. Baş kısmı ise, yine geçirgen olmayan, esnek kauçuktan bir diyaf­ramın içinde tutulur. Bir hava pompa­sı, çelik ciğerin gövdesi içinde, alterna­tif bir atmosfer basıncı yaratır. Bu ba­sınç, göğüs kafesinin genişlemesi ve ci­ğerlerin havayla şişmesini sağlar. Hava basıncının alternatif hareketiyle, göğüs kafesi daralır ve ciğerler boşalır. Dişli bir distribütör, çelik ciğerin gövdesi üzerine yerleştirilmiş bir supapı açıp kapamak suretiyle, bu münavebeli ba­sınç hareketini gerçekleştirir.

kobalt bombası

Kobalt bombası denilince, patlayıcı bir savaş aracı düşünülmemelidir. Burada "bomba" terimi, "kalın ve dayanıklı kap" anlamına gelmektedir. Kobalt bombası, kanser tedavisinde ya­rarlanılan bir tıbbî cihaz olup, <I>kobalt </I>60 isimli radyoaktif izotopun kuvvetli ışınlarını tümörler üzerine uygulamak prensibine dayanır. <I>Kobtdt-60, </I>radyoak­tif olmayan âdi kobalta <I>(kobalt-59), </I>bir atom pilinin ışınlarını uygulamakla el­de edilir.

Kanserle savaşta, radyokobalt'a (kobal­tın radyoaktif izotopu) özel bir önem

verilmesinin nedeni, bu cismin, radyu-munkine benzeyen bir <I>gamma </I>ışını yay-masıdır. Üstelik, radyokobalt, radyum­dan çok daha bol bulunur ve ucuza ma-lolur.

Bu radyoaktif ışın kaynağı, bomba de­nilen, kurşun ya da çelikten bir mah­faza içindedir. Işın demeti, bir kanal yoluyla, cihazın ağzından çıkar. Ağız, bir dizi diyafram ve bir kanatla kontrol altına alınmıştır.

Kobalt bombasının çeperi, bombanın ağız kısmı dışındaki herhangi bir yerin­den ışın sızdırmayacak kalınlıkla ya­pılmıştır.

Kobalt bombası, sabit bir sütun üzerin­de dönen bir kol tarafından taşınır. Uzaktan yönetilen bir elektrik mekaniz­masıyla da yöneltilir.

Radyoaktif ışın demetinin yönü ve ya­yılma alanı, ışınlanmış her yeri aydın­latan bir ışık merkeziyle kontrol edilir. Cihaz ve gerekli bütün parçaları, havası ılımlı bir odaya yerleştirilmiştir. Oda­nın biricik giriş yönü, beton bir duvar ve zikzaklı bir koridorla güven altına alınmıştır.

Odanın bir duvarında, kurşun camlı, gamma ışınlarını geçirmeyen, çok ka­lın bir pencere bulunur. Operatör, has­tasını pencereden seyreder ve onunla, bir mikrofon ve bir enterfon vasıtasıyla konuşur. Odanın kapısı açıldığı anda. kobalt bombasının çalışması otomatik olarak durur.

Kobalt bombası, radyoaktiviteden ya­rarlanarak kanser tedavisinde büyük etki sağlar.

 

 

bebeğin yada çocuğun kakasında lökosit bulunması bir tür parazit sorunu olduğunu gösterir. Genelde  bebeklerin altı değistirilirken kakasının sağa sola bulaşmamasına  dikkat edilir. Mümkünse gül suyu ile  sürekli silinir. Bebeklerin altı sık sık kontrol edilmelidir. Altını ıslatan bebek uzun süre o şekilde beklememelidir. Uzun zaman beklemesi durumunda  bebeğin çildi tahriş olabilir. hatta mantar gibi hastalıklarda erken yaşlarda başlamaya yüz gösterir.

 
 
estetik klip izle tatil cilt bakımı