YAĞLAR

Bitkisel ve hayvansal, tüm canlı organizmaların, yağ-çözücülerde eri­yen maddelerine yağ(lipid) denir. Yağ çözücüler; Eter, kloroform, ben­zen, aseton, karbon tetraklorür, sıcak alkol gibi maddelerdir, içerdikle­ri değişik kimyasal yapı taşlarına göre yağlar (lipidler) değişik adlar ahrlar.

I  — Basit Lipidler.

1    — Yağ asitleri

2    — Gliserol esterleri

3    -— Kolesterin ve Kolesterin esterleri

II  — Karışık Lipidler.

1  — Fosfolipidler

Lesitin, Kefalın, Sfingomiyelin,  Fosfatidil inositol

2  — Ghkolipidler

Serebrozid, Gangliyozid

Bu kadar çok değişik yapı ve biçimde bulunan lipidlerin, o kadar da çok görevleri vardır. Yalnız enerji ^ağlamak ve yağda eriyen vitaminle­rin birlikte getirilmesi, basit lipidlerin görevlerinden küçük bir kısmıdır. Karışık lipidler, çeşitli hücrelerin yapısına girer ve bir çok hormon ve prostaglandinlerin temel yapısını oluştururlar.

I BASİT LİPİDLER

1 — Yağ Asitleri : Bir gliserol molekülü ile yağ asitlerinin yapmış ol­dukları esterlerdir. Gliserole bir yağ asidi eklenirse; monogüserit, iki adet eklenirse digliserit, üç adet eklenirse trigliserit adı verilir. Saf yağın %95'in-den çoğu trigliserittir. Bir yağ molekülünde, üç ayrı değişik yağ asidi bulunabilir. Bunlara nötral yağlar da denir. Ester bağının kopmasıyla ya da yeni sentez edilmiş bir yağ asidine, serbest yağ asidi denir. Bunlar 2-3 dakika işinde, ester bağıyla başka bileşikler yaparlar ya da okside edi­lirler. Plazmada bulunan serbest yağ asitleri; 1 — Yağ dokusundan, 2 — Sindirim kanalından, 3 — Plazma trigliscritlcrinden kaynaklanırlar.

Yağ dokusu, bir trigliserit deposu olup, serbest yag asitlerinin en önemli kay­nağıdır. Yag dokusundan, "lipoproteln lipazı'' adı verilen, nötral yağları hidrolize ederek serbest yağ asitlerine çeviren bir enzim ayrılmıştır. Tok organizmada, ser. best yağ asitlerinin aynünasında bir duraklama olmaktadır. Bu duraklama, yağ dokusundan serbest yağ asitlerinin mobillzasyonu için, en önemli ayarla.yıcı faktö­rün, glikoz olduğunu göstermektedir. İnsülin ve Gelişim hormonu mobilizasyonu hız-landınr. Normal, fizyolojik düzeydeki plazma yağlarına, üpidemi denir. Bunun üs­tündeki düzeylere Hiperlipidemi, altındaki düzeylere Hipolipidemi denir. Normaldi-lipideıııi şu sınırlar arasındadır. Total lipid %450-90O, Kolesterin '{170-240, Trigli­serit çfe 170-280, Serbest yag asitleri #10-20 mg dır.

Serbest yağ asitleri, hidrojene doyma durumuna göre,; doymuş ve doymamış yağ asitleri olarak iki bölüme ayrılırlar. Oda ısısında; doy­muş yağ asitleri katı, doymamış yağ asitleri sıvı durumundadır. Bu ne­denle, doymuş sıvı yağlar, hidrojenlendirmo ile katı margarinler durumu­na getirilmektedir.

I — Doymuş Yto$ Asitleri;  (Hayvansal Yağlar)

a)         Buürik asit. (M, Süt yağında,

b)         Palmitik asit, C-16, Hayvan ve bitkilerde,

c)         Stearik asit, C-18, Hayvan ve bitkilerin çoğunda bulunur.

II — Doymamış Yağ Asitleri; (Bitkisel yağlar)

a)     Füı- tane çift bağı olanlar :

Oleik asât                      OM = 1 Süt ve Balık yağı

Palmitoleik asit              C-18       1 Zeytin yağı

b)     Çok çift bağı olanlar :

Linoleik asit                   C-18 = 2 Bitkilerde

lıinolenik asit                  C-18       3 Bahk yağı, Keten tonumu

Araşidonik asit               C-20       i Karaciğer, Hayvansal

fosfolipidler

Orta C zincirli yağ asitleri direkt olarak kan kapillı rleriyle V. Porta'-;a geçebilirler. Emüen uzun zincirli yağ asitlerinin lenf yollarına geçtik­leri anlaşılmıştır. Bir besinde, doymuş ve doymanı iş yağ asitleri birlikte bulunabilirler. Yalnız oranları değişik olur.

4!


Doymamış

Yağ Adı                     Doymuş%               Oleik %                linoleik %

Zeytin  yağı                   13.9                        77.5                            8,6

Pamuk yağı                    13.4                        28.9                          57.7

Tereyağı                        60.0                        29.2                           ıo.8

Kuyrukyağı                   55.6                        41.0                            5.4

Doymuş yağ asitleri ve bir tane çift bağlı doymamış yağ asitleri, in­san organizmasında, hiç yağ almasalar bile, karbonhidrat ve protein me­tabolizması ürünü moleküllerden sentez edilebilirler. Yalnızca çift bağlı doymamış yağ asidi olan linoleik asit sentez edilemez. Bu nedenle ekzojen yağ asidi sayılmaktadır. Linoleik asit alan insan vücudu, bu asitden, lino-lenik asit (3 çift bağlı), araşidonik asit (4 çift bağlı) yapabilmektedir. Yalmz B6 vitamini gerekmektedir. Araşidonik asidin vücutta, büyüme ile ilgili ve daha başka özel görevleri olduğu sanılmaktadır. Prostaglan-dinler, doğrudan doğruya, doymamış yağ asitlerinden yapılmaktadır. PG E-. ve PG F2 alfanın prokürsorü, alfa linoleik asittir. PG E, ve PG Fz alfanm prokürsörü ise araşidonik asittir. Dönüşümü, prostaglandin sentetaz en­zimi katalize eder. Bu enzim her dokuda vardır. Aspirin, indomethacin. Phenyilbutason gibi antienflamatuvar ilâçlar, bu enzimi köstekleyerek, PG'lerin yapımım azaltmak yolu ile etkilerini gösterirler.

yaglarin; doğal kaynaklari

Yağlı tohumlar, hayvansal besinler, süt ve süt türevlerinde olmak üzere doğada çok bulunur. Sebze ve meyvalarda, % 0,2-4 olmak üzere da­ha az miktardadır. Zeytin yağı, çiçek yağı, fıstık yağı tam yağdır. Di­ğer besinlerde değişik oranlarda yağ bulunmaktadır. Proteinli besinler ve değerlerini gösteren tabloda görüldüğü gibi, değerler ortalama olarak alın­mıştır. Gerçekte, oldukça değişgenlik gösterirler. Örneğin: Balıklar %6-14 gr. yağ içerirler. Uskumru %7.0 gr yağlıdır. înek sütü % 3,5-4 gr. Ka­raciğer %4 gr.

Gereksinim : Besinlerde bulunan yağlar, yalnız yoğun bir enerji kayna­ğı ve yağda eriyen vitaminleri sağlayan maddeler değildir. Süt çocuk­ları için esansiyel olan, linoleik asit ve araşidonik asit gibi yağ asitlerini de birlikte getirmektedirler. Linoleik asit alımının az olması ile süt ço­cuklarında, gelişmenin durduğu, genel durumun bozulduğu ve deri lez-yonlarnun geliştiği görülmektedir. Bu nedenle, linoleik asit gereksinime kesinlikle katılmış durumdadır, Bu gün için en az gerekli düzey; kaloririnin %30 kadarı ya da 100 kcal/3,3 gr yağ. Diğer bir deyimle; kalori­nin %2,7'si veya 100 kcal/300 mg. linoleik asit kabul edilmiştir.

YAĞLARIN SİNDİRİMİ

Yağların sindirimi için en önemli lipolitik enam lipaz'dır. Mide sıvı­sında da bir lipaz vardır. Etkisi çok önemli değildir. Gerçek yağ sindirimi pankreas lipazı ile yapılmaktadır. Lipaz aktivitesinin, küçük çocukluk sü­resince, ortalama 3 yaşına kadar, düşük düzeyde olduğu, tripsinin ise yeterli olduğu kabul edilmektedir. Lipaz aktivitesi için Ca++ iyonları ve safra tuzlan gerekmektedir. Safra tuzlarının yüzey gerilimini artırıcı et­kileri sonucu, yağlar küçük partiküllere ayrılarak, enzimin etki yüzeyini artırırlar. Yağın emilsiyon biçimine dönüşmesi olmadan, yağ sindirimi olanaksızdır.

Emülsiyon; su içine girebilen damlacıklar olarak tanımlanabilir. Lipaz bu dam­lalara, su-yağ sınır yüzeyinde etkili olmaktadır. (43)

Barsak lümeninde, safra tuzlarının yoğunluğu belirli bir düzeyde ve belirli bir ısıda, misel adı verilen moleküler kümeler oluştururlar. Bunların çaplan, 15-20 A° arasındaysa artık emülsiyon söz konusudur. Misel çözeltisinin zıthna olarak da bu-lanıklaşar. Çok zaman safra tuzları, trigliserit parçalanma ürünü, monogliserit ve serbeste yağ assitleriyle kanşık miseller oluştururlar. Görüldüğü üzere misellerin yağ sindiriminde çok önemli bir yeri vardır.

YAĞIN EMİLMESİ

Nötral yağların, yağ asitleri ve monogliseritler olarak çok miktarda emilmeleri, misel olarak ya da miselden alınarak emildiklerini göstermek­tedir. Digliseritler, trigliseritler ve kolesterin, misel içindeki erimişlik öl­çüsünde emilebilmektedir. Emilen yağ asitleri ve monogliseritler, mu­koza hücresi içinde tekrar trigliserit durumuna getirilmektedirler.

YAĞLARIN TAŞINMASI

Barsak mukoza hücreleri içinde, yeniden sentez edilen, trigliserit molekülleri, Şilomikron denilen 200-300 mili mikron hücrecikler biçimini alarak hücreden ayrılırlar. Şüomikronlar için de; %86 trigliserit, %8,5 fosfolipit %3 kolesterin ya da esterleri, %0,5-2,5 protein bulunur. Şüo­mikronlar, direkt olarak portal kana geçmezler. Kapüîer endotel mem-branlan, buna uygun yapıda değildir. Epitel hücresi içinde bulunan ser­best yağ asitlerinden, kısa ve orta zincirli olanların (Cg, C,2) %95'i ser-■ st yağ asitleri olarak portal vena'ya geçerler. Pankreas lipazınm ve saf­ra tuzlarının yokluğu, orta zinch-li yağ asitlerinden oluşan trigliseritle-|rin emilmesini çok az etkiler, Çünkü bunlar mukoza hücresine direkt ola­rak girebilmektedirler.   (43)

43


Y.ığ »inilmesinin bozulduğu durumlarda, dıgan atılan yağü-gri renkli dışkıya steatoro denilmektedir. Bu günkü bilgilerimize göre; pankreas ve safra yollan has­talıklarında, özellikle uzun zincirli doymuş yağ asitlerinin emilememesi barsaklan tarıı i*? etmektedir. Bunun sonucu, müküs sekresyonu artar ve Ca emiliınl azalır.

Gfoerol Pist erleri : Gliserol'ün yağ asitleriyle esterleşmesi sonucunda; mono, di, trigliseritler ortaya çıkarlar. Aynı yağ asidi ile trigliserit oluş­ması çok seyrektir. Trigliseritler ya dışarıdan alınır ya da organizmada sentez edilirler. Trigliseridin 1 gramı organizmaya 9 kcal sağlar, öğün­ler biçiminde besin almak zorunda olan insanlara, gereken enerjiyi, sü­rekli olarak karbonhidratlar biçiminde sağlamak olanağı bulunamıyaca-ğından, trigliserit olarak yağ hücrelerinde enerji depo edilir. Dışardan be­sinlerle alınan yağ asitlerinden endojen olarak yapılabildiği gibi, karbon­hidrat ve proteinlerden de mitakondrialann içinde ve dışında olmak üzere, her iki sistemde asctil Co A üzerinden yağ asitlerine dönüşümü yapıl­maktadır. Enerji kaynağı ATP, katalizör "Yağ asidi sentetaz" enzimidir. Kolesterin Esterleri : Kolesterin, enerji kaynağı olarak fakir bir steroid-dir. Pcrhidrosiklopcntanofenantren halkası yan zincirine sadece bir yağ asidi eklemekle Kolesterin esterleri oluşturulur. Vücuttaki bir çok biyo­lojik bileşimler aynı steroid halkasını içerirler. Androjenler, östrojenler, sürrenal kortikosteroitlcri, D vitamini, safra asitleri olmak üzere hep­sinin ön maddesi kolesterindir. Karaciğerde, safra asitlerine dönüştürü­lerek yağ sindi timinin vaz geçilmez bir etkeni durumuna gehr. Koleste­rin aynı zamanda, biyolojik membranların yapı taşıdır. Beyin dokusu ağırlığının '-NO kn/lannı eslerleşmiş kolesterin oluşturmaktadır.

Kolesterinin Emilmesi : Besinlerle alman hayvansal yağlar içinde, koleste­rin w eslerleri de alınır. Bitkisel steroller emilmezler. Kolesterin ve ester­leri, safra ile çıkarılan kolesterinle birlikte miselm içine girerler. Misel döneminde "Kolesterin Esteraz" cnzimiyle hidrolize uğrarlar. Kolesterin olarak, diffusionla mukoza hücresine ileum bölgesinde girerler. însan or­ganizmasında, kolesterin emilimi kapasitesinin sınırlı olması nedeniyle (0,3-0,5 gr/Grün), hiperkolesterinemi engellenir.

Kolesterin vn ester bileşimleri, şilomikron için de, duktus torasikus'a giderler. Yemekten İ-'Z saat sonra genel dolağımda görülürler. Kolesterince zengin bir yemek.

tura, genel dolağımda bulunan tüm kolesterinin, %40'ı dışarıdan, %60'ı endojen-ıhr. Bunların %35 kadarı, yağ asitleri ile esterleşmiş olarak plazmada %l70-240 mg arasında bulunur. Yağ asitlerinin %50 kadarı linoleik asit, %20'si Oleik ve %10'u palmitik   asli   oioymuıj C-16) olduğu  görülmüştür.

Kolesteriıı'in Endojen Sentezi : Kolesterin sentezini oluşturan enzimler bü­tün dokularda bulunmaktadır. Endojen olarak sentezi yapılan kolesterinin '. 97'lik bölümü; karaciğer, ince barsak ve deride yapılmaktadır. Burada


önemli olan bir konu; Besinlerle alman kolesterinin artması, karaciğerde­ki sentezi önlediği halde, diğer dokulara ve deriye etkisiz kalır.

Kolesterinin yıkılması (Safra Asitlerine Dönüşümü) : Kolesterin sentezi bütün vücut hücrelerinde yapıldığı halde, yıkımı ve çıkarılma karaciğer­de olur. Safra asitlerine dönüşümü ile safra kanallarına çıkarılır. Ayrıca kolesterin, barsak mukozası yoluyla da çıkarılır.

Primer safra asitleri karaciğerde, taurin ve gllsin'e bağlanarak safra tuz­larım oluştururlar. Safra asitleri lleumdan aktif olarak emilirler ve karaciğere gi­derler (Bnterohepatik Dolanım), tleoçekal valvülü asanlar kaim barsakta parçala­nır ve tüm miktarın %5'i dışkı ilö dışarıya atılır.

H KARIŞIK LtPtDLEB

1 — Fo&folipidler : Bunlar fosfor içerirler.

a)         Lesitin : Her hücrede bulunur. Beyin, omurilik ve sinir­lerde yoğundur. Yağ asitlerinin sindirimi üe dokularda kul­lanımını kolaylaştırır. Akciğer alveollerinin sürf aktan sis­teminde rol oynarlar.

b)         Kefalinler : Çok zaman lesitinle beraber bulunurlar. SSS içinde, gri ve beyaz cevher de yoğundurlar. Trombosit li-pidlerinin en önemlisi kefalindir. Kardiyolipin ise, mito-kondrüerde bulunur.

c)         Sfmgomiyelin : Her hücrede bulunursa da, en çok SSS ve periferik sinirlerde yoğundur.

d)         Fosatidil inozitol : Miyelin kılıfının en aktif öğesidir. Her memelinin yağında ve kas yağında, beyin ve karaciğerde bulunur. Bitkilerde de yaygındır.

2 — Glikolipidler : Bunlar, kükürt ve karbonhidrat içerirler.

a)        Serebrozid : Genellikle SSS ve periferik sinirlerde galak-toserebrozid olarak bulunur. Sülfirik asit esterlerine sül-fatid denir. Seramid-poliheksozidler İmmünolojide Önemli rol oynarlar.

b)        Gangliozidler : Bu bir sfingolipiddir. Yapısında galaktoz, glikoz, nöramin asit gibi büeşikler vardır. Anne sütü, da­lak, eritrosit gibi çeşitli yerlerde bulunurlar.



KARBONHİDRATLAR

Karbonhidrat, insan organizmasında enerji sağlayan besin Öğelerim­den biridir. Yeşil bitkiler, güneş ışığı aracılığıyla, H20 ve CO: den K.H. sen­tez ederler. Bunun bir kısmını kendi büyüme ve gelişimleri için kullanır­lar. Bir kısmını da şeker ve nişasta, biçiminde depo ederler. Tohumun çim­lenmesi için gerekli enerji bu depodan sağlanır. Enerjinin yoğun olarak depolandığı yerler bitki cinsine göre değişmektedir. Tohumda meyvede ve köklerde olanlar çoğunluktadır. îhsanlann bunu öğrenmeleri, bitkileri özel olarak yetiştirmeyi başarmaları, avcılık ve göçebelikten kurtularak yerle­şik düzene geçmelerine neden olmuştur. Uygarlık, ondan sonra ilerlemek olanağı bulmuştur.

Karbonhidratlar, C-H-O dan oluşmuşlardır. Karbon atomu sayışma, bunların birleşme düzenine ve insan vücudunun yararlanması gibi özel­liklerine göre gruplara ayrılır. Her karbonhidrattan insan vücudu ya­rarlanamaz.

Besinlerdeki karbonhidratlar 3 gruba ayrılırlar.

1    — Monosakkaritler (glukoz, fruktoz, galaktoz, mamtoz)

2    — Disakkaritler (Sakkaroz, laktoz, mannoz),

3    — Polisakkaritler (Nişasta, glikojen, selluloz)

MONOSAKKARÎTLER

Basit şekerler ya da basit karbonhidratlar da denir. Hidrolizle daha küçük parçalara ayrılmayan moleküllerdir. Karbon atomu sayısına göre ad alırlar. C, trioz, C4 tetroz, C5 pentoz,, C6 hekzoz gibi.

Yiyeceklerde ve doğada en yaygın olan monosakkaritler hekzozlardır. Monosakkaritlerin özellikleri:

1   — Monosakkaritler tatlıdırlar. Bu özellikleri bileşimlerindeki (-OH) hidroksil gruplarından gelir. En tatlı olanları, 6 karbonlu hekzozlardır. Genel formülleri OgH^O^ dır,

2   — Monosakkaritler polarize ısıgı çevirirler. Sağa çevirenler D, sola çevirenler L olarak adlandırılırlar.

3   — Monosakkaritler redüktör (indirgeyici) bileşiklerdir. Moleküllerindeki ai-dehid gruplarından bu özelliği kazanırlar.

4   — Monosakkaritler suda kolay erirler.

5   — Monosakkartlerin büyük bir kısmı, bira mayasiyle fermentasyona uğrarlar ve etil alkol oluştururlar.

6   — Monosakkariüer, sulu asit çözeltilere dayanıklıdırlar. Kuvvetli  asit  çözel­tilerde, kahverengi furfUIOİ'e dönüşerek özelliklerini kaybederler.

7   — Sulu alkali çözeltilerle tuzlar yaparlar.. Kuvvetli alkali çözeltilerde dioksl-aseton, gliserol addehid gibi 3 C'lu bileşiklere bölünürler.

8   — Monosakkaritlerin hidroksil   (-OH)  grupları,  amino asitlerin amin (-NH„) gruplarıyle birleşerek, amino şekerler oluştururlar.

- Monosakkaritlerden vücut içinde en çok kullanılanlar; glükoz, frük-toz, galaktoz ve mannozdur.

GLÜKOZ

Dextrose ya da üzüm şekeri adı da verilir. Üzümü saymazsak, bit­kilerde çok az serbest glükoz bulunur. Ticarette, nişastadan elde edilerek satılır. Kolayca eriyen beyaz kristaller biçimindedir. Besin endüstrisinde kullanılan sıvı glükoz ile glükoz arasında ayrıcalık vardır. Sıvı glükoz nişastanın hidrolize uğratılmasiyle ve bu ön sindirim işlemine göre de­ğişen, üçlü-dörtlü-beşli-altılı-yedili sakkaritler içerir. Ucuz ve kullanışlı olduğundan, besin endüstrisinde çok kullanılır. Ev şekeri kadar hızla ince barsaklardan emilir. însan organizmasında, serbest olarak kan ve doku­larda bulunur. %8 dektrose solüsyonu, serum fizyolojik olarak ve IV ola­rak kullanılır. Deri altına verilmez. Kanda normal olarak %80-120 mg ola­rak bulunur. Ağızdan alınırsa, sakkarozdan daha tatlı olduğu görülür. Sin­dirim sisteminden, doğrudan doğruya ve hızla emilir. Süt çocuklarında, ağızdan kullanılırken, %5 üzerindeki solüsyonlarda fermentasyon ishal­leri yapabilir. Eczahanelerde saf glükoz satümaktadır.

FRÜKTOZ

Levüloz ve meyve şekeri adı da verilir. Glükozdan daha tatlıdır. Bü­tün meyvelerde (üzüm, dut, incir, elma, şeftali vb), meyvelerden yapı­lan pekmez ile balda bulunur. Balda şekerin %50'si kadardır. Kullandığı­mız sakkarozun bir molekülü früktozdur. Vücutta _glükpza çevrilerek kul­lanılmaktadır. Doğuştan fruktoz-1-fosfat aldoz enzimi eksikliğinde glükoz metabolizmasında kullanılamaz.

GALAKTOZ

Süt şekeri laktozun yapışına girer. 1 molekül glükoz ile 1 molekül ga-laktozdan oluşur. Glukoz-fosfat'a dönerek glükoz metabolizmasına katılır.

 

îki molekül monosakkaritin bir molekül su baybetmesiyle birleşerek (glikozit bağı) oluşan şekerlerdir. Bu gün en çok kullanılan disakkarit-ler hekzosların birleşmesiyle oluşan, sakkaroz, laktoz ve maltozdur.

OtsakJtaı-itlerin özellikleri :

1  — Dlsakkaritler tatlı ve beyaz refiktedirler. Genel formülleri CjjH^C^, olarak gös-

terilmektedir.

2   — Suda kolay erirler.

3   — Sulu asitte hldrouze Uğrar ve yapı taffı olan monoaakk&rittere aynurlar. Hld.

roliz ortamında, ayrıştığı rnonosakkaritlerüı özelliklerini gösterirler.

4  — Kum »ıcakta, kahverengi furfurol'e dönüdürler.

SAK&ABOZ

Kamış şekeri, sükroz, pancar şekeri, sofra şekeri gibi isimler de alır. 1 molekül ıglükoz ve 1 molekül früktozun birleşmesinden oluşmuştur. Şe­ker pancanııda erimiş olarak bulunur. Kuliandığunız sofra şekerinde çok az su ve %99,9 sakkaroz vardır. înce barsaklarda, disakkaridaz enzimiyle, glükoz ve früktoza ayrılarak emilir, %8-10'dan yoğun solüsyonları hiper-tonik sayılır. Türkiye Şeker Fabrikalarında yapılan toz ya da kesme şe­kerler pancardan çıkarılmaktadır. Kesme şekerler standart 5 gr değildir-fer. 3,5»4 gr ve 5 gr olanları vardır.

LAKTOZ,

Süt sekeri de denilmektedir. Memeli hayvanların sütlerinde yalnız lak­toz bulunur. Sakkarozdan daha az tatlıdır. Bir molekül glükoz ve bir mo­lekül galaktoz'un birleşmesiyle oluşur, ince barsaklarda bulunan laktaz enzimiyle, glükoz ve galaktoza ayrılarak emilir. Çocuklarda laktaz eksik­liği, konjenital olmaktan çok hastalıklar sırasında ortaya çıkmaktadır. Erişkinlerde laktaz eksikliği daha çok görülür ve aşırı laktoz alımı ishale neden olmaktadır. Gebelikte ve emzirme döneminde idrarla laktoz çıka­bilmektedir. Glükoz gibi Pehling reaksiyonu vererek aldatıcı olabilir. %8-l0 dan yoğun solüsyonları hipertonik olduğundan, bebeklerde ishale neden olabilir.

MALTOZ

îki glükoz molekülünün birleşmesinden oluşur. Arpadan malt yapı­lırken ,arpa nişastasından elde edilir. înce barsaklar da, maltaz fermen­tiyim 2 molekül glükoza ayrılarak sindirilir.

*S


RAFÎNOZ

Glükoz, früktoz ve galaktozdan oluşan bir trisakkarittir. Melasta bu­lunur.

POUSAKKARtTLER

Bir çok monosakkaritin birleşmesiyle meydana gelir. Nişasta, gliko­jen, sellüloz en önemlileridir. Bitkilerin depo karbonhidratı nişasta, hay-vanlarınki glikojendir.

NİŞASTA

Nişastada 2 türlü polisakkarit vardu*. ikisi de glükoz polimeridir. Ge­nellikle bitkilerin köklerinde ya da tohumlarında bulunur. 1 — Amüoz; dallanmış glükoz polimeridir. îod ile koyu mavi bir renk verir 2 — Ami-lo pek tin; Çok dallı glükoz polimeridir. İbd ile kahverengi bir renk oluştu­rur. Nişasta, soğukta erimez. Sıcak suda erir ve soğuyunca pelte (jel) durumuna geçer. 100"C üzerinde bir süre pisirüince dekstrinler oluşur ve bir miktar glükoz ayrışarak sindirimi kolaylaşmış olur.

Olgunlaşmamış meyvelerdeki nişasta, meyve olgunlaştıkça, glükoz ve Mikoz moleküllerine ayrışarak tatlanır. Tükrük ve pankreastaki ami­laz enzimi, pişmiş nişastayı maltoza parçalar.

GLUKOJEN

Glükoz molekülünün 3 000 - 60 000 adedinin, dallanan zincirler oluştur-masıyla meydana gelir. Her dalda 12-18 glükoz molekülü vardır. Soğuk suda erir. Enzimlerle parçalanarak, hücrelere ve kana glükoz olarak gi­rer. Hayvan karaciğeri ve kabuklu deniz hayvanları başlıca doğal kay­naklarıdır.

SELLÜLOZ

Bitküerin destek dokusudur.Iignin; hemiseUüloz ve sellülozdan ya-pdmıştır. Molekül ağırlığı çok büyük olan bir polifenoldür. HemiseUüloz; galaktoz, ksüoz ve üronik asitten yapılmıştır. Sellüloz; nişasta gibi glü­koz moleküllerinden oluşmakla birlikte, insan barsağındaki enzimlere di­rençli olduğundan sindirilemez. Bu nedenle sellüloz ve hemiseUüloz, in­sanlar tarafından yararlanılamayan karabonhidratlardır. Ot yiyen hay­ranlar tarafından sindirilebümesi için de, hayvanın sindirim kanalında bu­lunan bakteri ve protozoonların sellülo2 parçalayıcı enzimler çıkarmaları şerekir. Tohumların nişastasından insanların yararlanmaları için, hüc­reyi çeviren sellüloz duvarı parçalanmalıdır. Pişirme, öğütme ve çiğneme gibi yönteıriler bir arada kullanılır. Sellüloz, insan sindiriminde, barsak hareketlerinin düzenli olarak çalışmasına yardımcı bir maddedir.

Bir çok sebze ve meyvelerde bulunur.

49


KAKAMI I.

Şekerler yüksek ısıya tutulursa, kahverengi yanık kokulu bir madde meydana gelir. Kokusu hoşa gittiğinden bazı tatlıların yapımında kulla­nılır.

\GAB

Yosunlardan elde edilen bir galaktoz polimeridir. Bakteriyologlar ta­rafından bakteri labaratuvarlarında çok kullanılır.

KÎTIN

Kabuklu hayvanlarda, böcek ve mantarlarda  bulunur.  Sindirilmez.

imjLtN

Bir glükoz ve 40 früktoz birimlerinden oluşur. Besin değeri yoktur. Böbrek fonksiyon testlerinde kullanılmaktadır.

Karbonhidrat Sindirimi

Bitkisel karbonhidratların sindirilebilmeleri için, ağızda iyice çiğne­nerek, sellüloz ve lignin çatılarının parçalanması ve böylece enzimlerin etki­sine hazır edilmesi gerekir. Bir çok sebze ve meyve, iyi çiğnenmezse, bir miktar hava da birlikte yutularak, şişkinlik, karın ağrısı, hazımsızlık gibi yıkanmalara neden olurlar. Çiğ olarak yenen, turp ve lahana gibi sebze­lerle, ham erik ve elma gibi meyvelerin lignin ve sellüloz çatılarını parça­lamak için, rendelenmesinde ve iyice çiğnenmesinde yarar vardır. Porta­kal dilimlerindeki liflerden, fitobezvar olguları saptanmıştır.

Pişmiş nişastanın sindirimi : Tükrük amilazının (pityalin) etkisiyle başlar, pankreas amilazı ve barsak disakkaridazları etkileriyle sürer. Maltoza kadar hidrolize uğrayan kimus'a, maltaz adı verilen disakkari-daz etki göstererek glükoz molekülleri oluşturur ve glükoz olarak emilir. Glikojen de nişasta gibi hidrolize uğrayarak emilir.

Organ                      Enzim                                                               Sonuç

Ağız                        Pityalin                                 Nişasta---- —»  dekstrinler   ——> Maltoz

Mide                                                                                          

tnce   barsak'.ar     1 — Pankreas amilazı-4-   Nişasta -------------- —»dekstrinler---- * Matoz

2 tnce bars.                 enzimi.

Sukraz                              Sükroz           ------ -» glükoz      + früktoz

Laktoz                              Laktoz            ------ -> glükoz       +  galaktoz

Maltaz                              Maltoz            ------ -» glükoz      -f  glükoz

3C


Glükoz, früktoz ve galaktoz ekilimi hem aktif hem passif olarak kolayca oluşur. Früktoz, yalnız passif ve de yavaş olarak emilir. Tiroksin glükoz emilimini hızlandırır.

MİNERALLER (MADENSEL TUZLAR)

Vücudun normal olarak büyümesi ve yaşamını sağlıklı sürdürmesi için madenlere gereksinim vardır. Çoğunluğu, hücresel düzeyde enzimlerin ya­pısında görev alırlar.

Hayvansal ve bitkisel dokuların yapısında, değişik oranlarda madensel Öğeler bulunur. Bir dokunun kuru olarak fınnlanmasiyle, su ve organik maddelerden arınması sağlanır. Geriye beyaz bir "Kül" kalır. Mineraller burada kalırlar. Çeşitli dokuların ve besinlerin kül miktarı değişik olmak­tadır,

Madenlerin büyük bir bölümü, besinlerin içindeki organik üyelere bağ­lı olarak bulunurlar. İnorganik tuzlar olarak almanlar da vardır. Şeker, yağ, nişasta gibi arıtılmış besinlerde mineraller bulunmazlar.

Yenidoğan'm vücut ağırlığının %3 kadan küldür. Erişkinlerde bu oran %4,35 kadar olup, bunun %83 kadan iskelette ve ı%10 bölümü kas­lardadır. Kazanüan her bir gram proteinle 0,3 gr madensel maddenin de­po edüdiği hesaplanmaktadır.

Her bir iyonun vücutta çeşith ve önemli görevleri vardır. Bütün bi­yolojik sıvıların molariteleri 0.3 m Mol/L kadardır. Hücreleri çevreleyen sıvının molaritesinin değişmesiyle vücut hücreleri ya şişer ya da büzüşe­rek canlılıklarını kaybederler. Genelde iyonların hiç biri, indirgeme ve yük-seltgeme dışında vücut içi bir değişikliğe uğramazlar. Demir, iod ve ko­balt, organik kompleksler oluştururlar. Önemli katyonlar: Ca, Mg, K, Na, Önemli anyonlar: P, S, Cl olarak görünmektedir. Eser elementler olarak: Fe, Cu, Zn, Cr, Mn başlıca minerallerdir. Ayrıca, vücut dokularında ve besinlerde bulundukları halde, görevleri kesin açıklık kazanamayan ele­mentler de vardır. Se, Si, Ni, Br, Al, As, Mo, St ve diğerleri.

tyonlarm büyük bir kesimi günlük besinlerle sağlanabilmektedir. Çe­şitli besinler alınırken, çeşitli minerallerde alınmış olmaktadır. Çeşitli mey­ve sularının verilmesinin ve sebze çorbalarına çeşitli sebzelerin konulması­nın bir nedeni de buradadır. Bu mineralerin en az vitaminler kadar vü­cut için gerekliliği kabul edilmektedir, özellikle PEM li çocuklarda, ol­duğu gibi, minerallerden birisinin eksikliği, bir çoğunun eksikliğini de bir­likte getirmektedir.

51


SODYUM-Na, Atom Ağ. 23

insan erişkin döneminde 200 gr kadar sodyumu vücudunda bulun­durur. Hücre dışı sıvınan en önemli katyonu Na+ olup %90 oranındadır ve NaCl (Tuz) olarak bulunur. Hücre içi sıvılarda 375 mEq ve kemikler­de 900 mEq kadardır. Kemiklerde bulunan sodyumun %25 kadarı deği­şebilir.

Biyolojik sıvılarda elektrolitler, litrede mili ekivalan (mJBq/Ij) olarak söylenir­ler. Bir ekivalan, bir maddenin, gram olarak molekül ağırlığına kendi değerinin bö­lünmesiyle elde edilir. Bunun binde biri mEq dır. I Eq Na+ — 23 gr, I Eîq Ca+ + = 40/2 = 20 gr. I m Eq Ca+ + = 20 mg. gibi. I gr NaCi - 17 mEq Na, 6 gr NaCl = 100 mEq Na. Serumdaki miktar 142 mKq/L dir. I litre fizyolojik serumda 140 mBq Na vardır.

Bebeklik ve küçük çocukluk çağında tuz gereksinimi erişkinlerden çoktur.

Doğal Kaynaklar : Anne sütü bebekler için önemli bir kaynaktır. İnek sü­tü, beyaz peynir başta olmak üzere süt türevlerinde, et, yumurta ve taze balıkta yüksek oranda bulunur. Unlar, sebzeler ve kök sebzelerde daha azdır. En önemli tuz kaynağı, yemeklere eklenen tuzdur.

Sodyum Eksikliği: Tuzun alınmasının azlığı ya da kayıpların çoğalması, bazen de her iki olasdığın birden oluşması gibi nedenlerle ortaya çıkabi­lir. Sodyum, bütün ince barsak boyunca, ve kolonların proksimal kıs­mından aktif olarak emilir. Jejunumdaki emilim, glukoz varlığında artar. Bu ÖRT solüsyonları hazırlanmasında önemli bir konudur. Vücuttan atı-îışı, büyük ölçüde böbreklerle olur. Glomerülden süzülen Na, aldesteron etkisiyle tübülüslerden geri emilir. Böbreklerden atılan sodyumun besin­lerle alman sodyumla yakın ilişkisi vardır. Terleme ile yitirilen sodyum çok azdır. Aşnı terlemeler bunun dışındadır. Çocuklarda aşırı kayıplar nedeniyle eksiklikler ortaya çıkmaktadır. En çok görülenler; 1 — Gastro-enteritler, 2 — Aşırı terlemeler, 3 — Böbreklerle atümanın artması (di-yabetik glükozüri, hipertonik glükoz perfüzyonu, diüretik kullanılması, ba­zı böbrek hastalıkları vb.), 4 —Hormonal hastalıklar (Addison, diyabet koması, hipertroidi krizi vb.) gibi durumlardır. Bazı durumlarda, su kay­bından çok sodyum kaybı oluşur. Serum sodyum düzeyi 130 mEq/L» den aşağı düşer. Hasta kuru görünmez. Odemli bile olabilir. Su zehirlenmesi olayı budur. Çocuklarda hipotonik solüsyonların kullanılması sırasında oluşabilir. Su zehirlenmesinden özellikle SSS hücreleri etkilenir. Bilinç bulanır, konvülsiyonlar görülür, Su alımının kısıtlanması, tuz vermekten daha etkili olur.

Sodyum Fazlalığı: Kanda sodyumun 150 mEq/L yukarı olmasına "Hiper-natremi" denir. Çocuklarda görülen hipematremiler en çok iki nedenle ortaya çıkarlar. 1 — İshaller nedeniyle, sodyum kaybını aşan su kayıpları, 2 — Besinlerle alman çok tuz ya da konsantre sütler verilmesiyle oluşan lıipernatremi. Bu durumlar daha çok süt çocuklarında görülür. Büyük ço­cuklarda erişkinlerin nedenleri geçerlidir. Akut-kronik böbrek yetersizlik­leri ödemler, Cushing sendromu, aşın sodyumlu ilâçlar, glükokortikoid tedavisi, rezerpin tedavisi gibi.

POTASYUM-K, Atom Ağ. 39

Erişkin vücudunda ortalama olarak 120 gr = 245 KCl olarak var­dır. Hücre içi sıvılann en önemli katyonudur. Hücre dışı şualarda az mik­tardadır Serumda normal miktarı 5 mEq/L kadardır. Total vücut potas' yumunun %70 kadan kas hücrelerindedir. Kemiklerde pek az vardır. Po­tasyum ince barsaklardan emilir, böbrekler yoluyla vücuttan atılır. Alı­nan miktar değiştikçe atılan miktar da değişmektedir. Sürrenal kortek-sinden salgılanan aldesteron etkisiyle, böbrek tübülüslerinden sodyum ge­ri emilirken, potasyum çıkanlır.

Potasyum, hücrelerin su dengesini, biyoelektriğini, hücre zarlarının elektrik po-| tansiyelini sağlayarak,  hücrelerin  uyanlabilme  yeteneğini     oluşturur.   Kalsiyum   ve I magnezyum iyonlarıyla oluşturduğu dengeler yoluyla, sinirlerin, kalp ve İskelet kas­larının uyarılma eğiklerini düzenler. Böbrek tübülüslerinin çalışması için de gereklidir. Vücut asit-baz dengesinde önemli görevi vardır.


Doğal Kaynaklar : Anne sütü, emzirilen çocuklar için yeterli bir kaynak­tır. Ek besinlere zamanında başlandığı zaman eksikliği söz konusu olmaz. Yapay beslenenlerde daha önemli olmaktadır. Besinlerden; Kuru üzüm, kayısı, kuru fasulya, et, balık, patates de çok miktarda bulunur. Taze meyve sulan, ekmek, yumurta, süt, peynir gibi besinlerde daha az bu­lunmaktadır.

Gereksinim : Erişkinlerde, 3 gr K = 5.5 gr KCl — 70 mEq kadardır. Be­beklere anne sütü ya da inek sütüyle normal beslenme yapılmasıyla yeter­li olmaktadır. Anne sütünde 13 mEq/L vardır.

Hipopotasemi : Serum potasyum düzeyi 3.5 mEq L ya da altında olduğu zaman diğer bir deyişle, total vücut potasyumunun % 10 kadarı yitiril-diği zaman, eksikliğin klinik belirtileri, ortaya çıkar. İştahsızlık, halsizlik, kaslarda güçsüılük ,mide-barsak tonüsü azalması sonucu karında distan-Biyon ve sonra paralitik ileus görülür. EKG de T yassılaşması, tersine dönme, ST çökmesi, U belirginleşmesi görülebilir.

Hipopotasemi nedenlerinin başında; küçük süt çocuklarında ve çocuk­larda, gastroenteritler gelmektedir. Erişkinlerde görülen bir çok hipopota­semi nedenleri çocuklar içinde geçerlidir. Parenteral beslenmeler, ameli­yat sırasında doku kaybı ile ya da doku hasanyla birlikte olan durumlar, diüretikler, diyabetik asidoz, primer ve sekonder hiperaldesteronism -ler, glükokortikoid ya da benzeri ilâçlar gibi durumlarda görülmesi ola-  [ ğandır. Ağızdan beslenebilenler için; et sulan, meyve suları, sebze çor-balan, kuru kayısı, muz gibi besinler verilerek önlem alınabilir. Yeterli olmazsa, KC1 0.5 gr paketleri, meyve sulanna kanştınlarak verilebilir.   I Effervessan potasyum tabletleri Türkiye'de yoktur.

Hiperpotasemi : Serum potasyum düzeyinin 5 mEq/L üzerine çıkması du­rumunda, söz konusudur. Klinik belirtiler hipopotasemiyi andırabilir. Se­rum düzeyi 7 mE'q/L ye doğru EKG değişiklikleri ortaya çıkar. T siv­rilmesi, QRS genişlemesi, ST çökmesi, PR uzaması görülür. 10 mEq/L ya da üzerinde kalp durur. Genel olarak nedenleri; Akut-kronik böbrek yetersizlikleri, penisilinin potasyum tuzlannın aşırı verilmesi, travmatik doku yıkımı, hemolizler, bekletilmiş kanla yapılan hızlı transfüzyonlar, Ad-dison hastalığı olarak sayılabilir. Tedavide en iyi yöntem; periton diya­lizi ya da hemodiyalizdir. Proteinsiz diyet, hipertonik glukoz solusyonla-a (% 10-20), insülin kullanılması, duruma göre etkili olabilir.

KALSÎYUM-Ca, Atom Ağ. 40

Büyüyen bir çocuğun, çok miktarda kalsiyuma gereksinimi vardır.   ' Kemik hücrelerinin oluşturdukları protein iplikçiklerinden olan matriks'e kalsiyum fosfat tuzları çökerek, kemiklerin ve dişlerin sertliğini ve da­yanıklılığını sağlar. Vücuttaki kalsiyumun %99'unu kemiklerde görmek-   ' teyiz.

verniklerdeki Kalsiyum : Kemiklerdeki kalsiyumun büyük bir kısmı, hid-roksiapatit biçiminde fosforla birliktedir. (Cajo(P04)6(OH)a). Kemik hüc­releri, osteosit, osteoblast ve osteoklast'lardan oluşur. Kemikler canlı do­kulardır. Canlı kemiğin yansı kalsiyum tuzları, diğer yansı %25 su, %20 protein, %5 yağdır. Büyüme çağında değil, erişkinlerde de sürekli yıkım-yapım olaylan sürer gider. Kemik sadece destek dokusu olmakla kal­maz, Ca deposu olarak da görev alır. Acil Ca ve P gereksinimleri kemik­lerden karşılanır. Küçük çocuklarda kemik metabolizması daha hızlıdır.

Kan Kalsiyumu : Plazmada bulunan kalsiyumun yansı proteinlere bağlı olmak, yansı da iyonize olmak üzere 8.5-10.5 mg/100 mi kadardır. îyo-tıize kalsiyum düzeyi normal kaldığı sürece hipokalsemi belirtileri oluş­maz. Kemik dışındaki kalsiyum çok az olmakla birlikte önemli görevleri vardır. Periferik sinirler, kalp ve iskelet kasları kalsiyumla uyarılır. Bir çok enzimlerin işlemesi, renin-anjiotensin- aldesteron sisteminin çalışması, kan pıhtılaşması, AMP'nin çalışması gibi işlevler kalsiyum iyonu bulunan bir ortam gerektirmektedir.

Doğal Kaynaklar : Bebekler için en önemli kalsiyum kaynağı, anne sü­tü %34 mg, inek sütü %117 mg, kolostrum %30 mg dır. inek sütüyle bes­lenen süt çocuklarının, anne sütüne göre aldıkları 4 kat. kalsiyumun bir zararı olduğu gösterilmiş değildir. Daha büyük çocuklar ve erişkinler, en başta süt ve süt türevleri olmak üzere, baklagiller ve tahıllardan yarar­lanırlar, îçme suyu da sertlik derecesine göre önemli bir kaynak sayıl­maktadır. Etler, yeşil sebze ve meyvelerde daha az miktarda bulunmak­tadır.

Emilmesi ve Vücuttan Atılması : Kalsiyumun emilmesini oluşturan en önemli etken D vitaminidir. Besinlerde bulunan laktoz ve proteinler emi-Ümi artırırlar. Emilimi güçleştiren maddelerin basında fitatlar gelir. Bit­kisel besinlerde bulunan fitik asit (inositol fosforik asit), bitkisel lifler ve yağ sindiriminin bozulması durumunda yağlar, önemli engellerden sa­yılır. Fosfatların, kalsiyum emilimini azaltabileceği düşüncesi kanıtlan­mamıştır. Kara ekmek ve benzeri besinlerle beslenen çocuklarda, süt ve türevlerine ağırlık verilmelidir. Emilen kalsiyumun Önemli bir kısmı dışkı, daha az olmak üzere idrar ve terle atılır. Süt veren anneler günde 150-mg kalsiyumu sütle kaybederler. Süt verme sırasında, salgılanan olaktin'in D vitamininin aktif biçimi olan 1,25 dihidroksi'ye dönüşümü-ü hızlandırarak kalsiyum emilimini hızlandırdığı gösterilmiştir. Emzik-u ve gebe olan annelerin, kalsiyumdan zengin besin almalarına özen gös­termek gerekir. Alamazsa, kendi kemiklerinden karşılamak zorunda ka­lacaktır.

Gereksinim : Birleşmiş Milletler Dünya Sağlık ve Gıda örgütleri (WHO/ FAO) günlük alımı erişkinler için 500 mg kadar kabul etmektedir.

0-12 ay       500-600 mg/Gün  (meme emmiyorsa)

1 -   9 yaş    400-500     "

10-15 yaş      600-700     "

16 - 20 yaş    500-600    "

Gebelik ve Emzirme döneminde 1000 mg/Gün. Güneş ışığı ve D vitamini ile olan ilişkisini unutmamak gerekir. Paratiroidlerin normal çalıştıkları kabul edilmiştir.

Hipokalsemi : Doğumu izleyen ilk 3 gün ile yenidoğan ve küçük süt ço­cuklarında, tetani belirtileriyle birlikte ortaya çıkan, çeşitli nedenlere dayanan bir durumdur. Genellikle %7.5 mg kan düzeyi tetani sınırı sa­yılır. Serum Ca ölçümü yapılırken, iyonize Ca" ve proteine bağlı Ca ol­um her zaman birlikte yapüamamaktadır. Ca'u bağlayan başlıca pro­tein öğesi albumindir. Albumin düzeyi normal olduğu sürece, total kan

58


Ca'umımun % 50-55 kadarı iyonize olabilmektedir. % 1 gr albumin %0.8 mg Ca bağladığından, total Ca ve albumin düzeyinin düşmesi, her za­man iyonize Ca+ ' düşmesini de gerektirmez.

Normal Hı ve K • iyon değerlerinde, iyonize Ca++ :%3 mg altındaysa büyük bir olasılıkla, 9J-2.5 mg altındaysa kesinlikle tetanl ortaya çıkar, Mg düzeyinin %1 mg altına inmesiyle de sinir sistemi eksitabilitesi artar. Kanda Ca/P iyonları arasın- j da optimal bir oran vardır. Tetani, yalnız hipokalsemide görülen bir bulgu değil­dir. Vücut sıvılarında ortaya çıkan iyon değişikliklerine bağlı bir hlpereksitabillte durumudur. Hipokalsemi oluşturan olayların başında, kalsiyum ve fosfor metabo­lizmasının bozukluğundan kaynaklananlar gelmektedir. Yenldoğan'm fosfattan zen­gin inek sütü ile beslenmesi, malapsorpslyon sendromlan, D vitamini eksikliği, pa-rathormon yetersizliği, psödöhipoparatiroidism gibi. Bir kısmı da dolaylı olarak et- i kilidir. Ağır protein kaybı, kanda K+ artması, gibi.

HiperkalsemUer : Kan kalsiyumu %il üzerine çıktığı zaman söz konusu olur. D vitaminin çok alınması, hiperparatiroidi, Addison hastalığı en çok görülenler olup, neoplastik kaynaklı olanlarla ilâçlara bağlı olanlar nadirdir.,

FLUOR-F1, Atom Ağ. 19

Dişlerde, kemiklerde, tiroid bezinde ve deride bulunan vücut için ge­rekli bir maddedir. Kalsiyumun kemiklerde oturmasını ye yeni kemik/ oluşmasını kolaylaştırır. Az miktarda fluorım dişin çürümeye karşı di­rencini artırdığı kabul edilmektedir. Çocuklarda diş gelişimi sürecinde mi­ne tabakasına oturur. Erişkinlerde, dişi çürüten ve asit yapan bakterile­rin üremesini zorlaştırdığı savunulmaktadır.

Başlıca kaynak içme sularıdır. Suların sertlik derecesi arttıkça fluor oranları da artmaktadır. Ortalama olarak içme sularında 1 mg/L kadar bulunmaktadır. Bazı ülkelerde, fluor bulunmayan içme sularına 1 mg/L ek­lenmektedir. Besinlerdeki fluor miktarı önemsizdir. İnce barsaklardan ko­laylıkla emilir ve idrarla atılır.

Fluor'un çok miktarda alınması (Fluoroz), eu belirgin olarak üst kesici dişlerde, tebeşir beyazı lekeler üzerinde esmer çizgüer oluşturur. Kemiklerde belirti vermeyebüir. Ülkemizin, İsparta ve Doğu Beyazıt çev­relerinde saptanmıştır.

FOSFOR-P, Atom Ag. 31

Vücuttaki fosforun %75 kadarı, kalsiyum fosfat tuzları biçiminde ke­miklerde ve dişlerde bulunmaktadır. Diğer kısım, organik fosfat bileşik­leri olarak hücrelerde ve inorganik bileşiklerden bir kısım da plazma ve interstisiyel sıvılarda bulunur. Nükleoproteinler, fosfolipidler, fosfokre-atin, adenilik asit, adenozin fosfat örnek olarak sıralanabilir. Fbsforilasyon ve defosforilasyon olayları, enerji kaynağı olarak kullanılmaktadır. İnorganik fosfatlar, asit-baz dengesinde önemli rol oynarlar. Bir çok en-frimlcr, fosforile olduktan sonra etkin duruma geçerler. Fosfor, hücre içi­nin en önemli- anyonudur.

Doğada ve besinlerde yaygın olarak bulunduğundan, besinsel eksik­liğinden çok, emilim-atthm bozukluklarından sorunlar çıkmaktadır. Ge­nellikle proteinden zengin besinler fosfordan da zengindir. Etler, balık, yu­murta, süt ve süt türevleri, kum baklagiller, yağlı tohumlar, kurutulmuş meyveler, bitkilerin olgunlaşmış tohumlan, tahıllar fosforun besinsel kay­naklandır. Besinlerle alman fosforun '. 20-50 kadan emilir. Hububat ve sebzelerle alınan fosforun çok az bir kısmı, sindirilmeyen fitatlar ve or ganik bileşikler biçiminde bulunurlar. Asıl emilimi engellenen, erimeyen fosfat bileşikleriyle, kalsiyum fosfat ve metallerdir. Fosfor emiliminde, dolaylı olarak D vitamini ve paratiroid hormonun etkisi vardır. Parat-hormon fosforun idrarla çıkarılmasını artırmaktadır. Kalsiyumla arasın­da her bakımdan önemli bir ilişki vardır. Günlük gereksinimi de kalsi­yum gibidir. Kandaki düzeyi '< 2.5-4.5 arasındadır. Böbrekler normal fonksiyonlanm yapıyorlarsa, kan düzeylerinin düşmesi ya da yüksel­mesi olasılığı dah;ı az görülmektedir.

MAGNEZYUM Mg, Atom Ağ. 24

İhsan vücudunda bol miktarda bulunan bir katyondur. Bir çok enzi­min M.gJ ' iyonuna gereksinimi vardır. Bu enzimlerin en önemlileri "Kina:." lardır. Mg' , ATP kullanan enzimler üzerine uyarıcı etkide bulunur, özel­likle glikolizde önemli bir rol oynar.

70 Kg ağırlıkta bir erişkinin vüculımda 28 mEııa 22 mEq/Kg kadar Mg + + bulunur. Serum Mg düzeyleri; 1,5-1,8 mBq/L dir. Bu-t.un. %55'i lyonize, %32si protein.. bagU, v;i3 kadarı kompleksler biçimindedir. Hücre içi magnezyum yor değiştirmez.

Vücuttaki magnezyum dengesi, besinlerle alınarak emilmesine ve vü­cuttan kaybına bağlıdır. Emilme koşulları kalsiyuma benzer. Emilmesi için suda eriyen tuzlarının bulunması gerekir. Bazı koşullarda, kalsiyum antogonisti olarak i.ş!ev yapar. Fazla magnezyum, kemik ve dişlerde dfi-kalsifikasyona yol aeabflir. Vitamin D (-milimini hızlandırır. Paraliroil hormonu, kan magnezyum düzeyini yükselterek, böbreklerden atılmasını hızlandırır. Hipoparatiroidi ve renal yetmezlik, kan magnezyum düze­yini yükseltir. Kalsiyum emilimi hızlanınca, emilimi azalır. Alman mag­nezyumun '/, 70 kadarı dışkı ile çıkarılır. Emilen bölüm de böbreklerden hızla çıkarılmaktadır. Doğal Kaynaklar : Anne sütü en önemli bir magnezyum kaynağıdır. 850 mi kadarının sindirilmesiyle 34 mg magnezyum almmaktadır. Süt ve süt türevi ve et gibi hayvansal besinlerden çok, badem-fıstık-ceviz-fındık gi­bi yağlı tohumlarda (%280), Kuru baklagillerde (%160), Yeşil sebze­lerde (ıspanak %80), tahıllarda (tam buğday unu %80) bulunur. Mey­velerde düşük düzeyde magnezyum içerirler. (Portakal %17. Elma %6)-Gereksinim : Büyümenin hızlı olduğu süt çocukluğu ve çocukluk döne­minde, gebelerde gereksinim artar. Bu günkü bilgilerimiz ışığında, ABD de önerilen günlük miktarlar;

0 - 6 ay 60 mg/Gün               Erişkin              300-400 mg/Gün

6 -12 ay 70 mg/Gün              Gebelikte                450 mg/Gün

Yetersizliği (Hipomagnesemi) : Bir çok besinin içinde bulunduğundan, eksikliği çok seyrek olarak görülmektedir. Aşırı PEM ve Kwashiorkor dı­şında, yetmezlik bulguları gözden kaçacak kadar süiktir. Serum magnez­yum yoğunluklarının 1,2 mg/100 mi altında klinik belirtiler gösterebilme­sine karşın, 1 mg/100 mi (0,8 mEq/L) altında bulunması hipomagnesemi olarak kabul edilmektedir. Nadiren nöromüsküler fonksiyon bozukluğu ortaya çıkar. Tremor, tetani ve konvülsiyon görülebilir. D vitamini ek­sikliği de hipomagnesemi'ye eşlik eder.

Zehirlenme (Hipermagneseıni), : Normal Mg üst serum sınırı 2,8 mEq/100 mi dir. Eklampsi nedeniyle annesi MgS04 ile tedavi edilen yenidoğanda, se­rum Mg düzeyleri 15 mEq/L ye yükselerek hipermagnesemi oluşur. SSS depresyonu, iskelet kaslarmda paralizüer vardır. Hayatın sürdürülmesi için, yapay solunum gerekir. Daha aşağı düzeylerde, hipotansiyon, laterji, hiporefleksi görülür.

Tedavi : Hipomagnesemi tedavisinde başlangıç, ÎM olarak '^50 magnez­yum sülfat (MgSO„ 12H20) eriyiği ile yapılır. Yenidoğan için 0,25 mi/Kg/ Gün. süt çocuklarına 0,2 ml/Kg/Gün yeterlidir. Pizyolojüı düzeye yükse­len serum Mg yoğunluğu, böbrek fonksiyonları normal olduğu sürece, 4-6 saat içinde, eski yetersiz duruma döneceğinden, enjeksiyonları tekrarla­mak gerekir. Uzun süreli tedaviler için oral Mg kullanılır. Klorür, sit-rat ya da laktat tuzları 2-4 mEq/Kg/Gün olarak bölünmüş dozlar halin­de, ağızdan verilir. PEM'li süt çocuklarına, rutin olarak, %10 MgCL, 6 H20 çözeltisinden, 2-4 ml/Kg/Gün verilmektedir.

Mağnesium Clorid                   4 gr       (MgCL, 6 H;0) = 39,6 mfiq

Magnesium Citrate                 6 gr        (MgHC,:H 0:. 5 H20) e= 39, 6 mEq

Su                                      100 mi

58


Bu eriyik ortalama 0,8 mEq/ml sağlar. MgSOj 75 mg, No XIV paket. Günde 1 paket. Daha kolaydır

DEMİR Fe, Atom Ağ. 56

İnsanlar için çok önemli, besinlerle ya da ilâç olarak alınması zorun­lu bir elementtir. Oksijenin alınması ve dokulara taşınması, demir yar­dımıyla olanak bulmaktadır. Vücuttaki tüm demirin görevlerini özetle­mek gerekirse;

1    — Oksijen taşımada görevli demir bileşikleri olarak; Hemoglobin en önemli yeri tutar. Vücut demirinin %65 kadarının oluşturur. Miyoglobin, kasların kasılmasında oksijen depolamak görevi nedeniyle kaslarda buluna­rak onlara kırmızı bir renk verir. Tüm vücut demirinin '/< 5 kadarını oluşturur.

2    — Enzimler içerisinde demir bulunur. Sitokrom, katalaz, perok-sidaz, monoamin oksidaz, süksinat dehidrogenaz, glutatyon peroksıdaz başhcalarıdır. Kofaktör olarak da bazı enzimlerde bulunmaktadır. Bun­lar; triptofan pirolaz, akotinaz gibi.

3    — Taşıyıcı üzerinde olan demir. Taşıyıcı görevini, Transferrin de­nilen bir teta-globulin üstlenmiştir. Vücut demirinin %0,1 kadarı trans­ferrin halindedir.

4    — Depo demirler; Depo demirin %60 kadarı karaciğerde bulunur. Transferrin'e bağlı olarak karaciğere gelen demir, apoferritin adı verilen bir protein ile birleşerek, Ferritin biçiminde depo edüir. Gereğinde ferri-tinden demir aynlarak kullanılır. Karaciğer fazlası demir, Hemosiderin olarak, tekrar kullanımı zor bir bileşik biçiminde depolanır. Vücut demiri­nin 1/4 kadarı depo demir biçimindedir.

Besinsel açıdan bakıldığı zaman, besinlerle alınması gereken günlük demir gereksinimi ve bunun dokulara ulaşımı söz konusu olmaktadır.

Günlük Demir Gereksmimi

Emilmiş Fe            Besinde bulunması

Gerelöinim mg/Gto   gerekli Fe mg/Güıı

 

Süt çocuğu (0-12 ay)

0.5 -1.5

15-48

(Maximum)

Çocuk

0.4-1.0

4-10

 

Gebe, emzikli anne

2.0-4.8

20-48

 

Erişkin

1.0 - 2.0

10-20

 

59


Günlük Pe gereksüıimi üzerine etkili faktörleri 2 gruba ayırmak mümkündür. I       Kişisel durum, 2 — Besinlerin kalite ve kantitesi.

1 — Kişisel 1 )ıırunı :

GebeHk, demir gereksinimini artıran faktörlerin başında gelmekte­dir. Normal bir gebelikte, fetus'un depolarını doldurmak ve eritropoezini sağlamak için 400 mg, doğum sırasında kanama ve plasentanın çıkışı ne­deniyle 300-350 mg kadar demir harcanır.

Emzikli bir anne, salgıladığı süt ile günde 0.8 mg/L demir kaybet­mektedir. Bıı dönemde adet görmemesi, her ay ortalama kaybetmesi ge­reken 30 mg demirden ekonomi yapmasına neden olur.

Yenidoğan ve 3 aylık küçük süt çocukluğu dönemi, en hızlı kitlesel büyüme dönemi olması nedeniyle, gereksiniminin ençok olduğu çağdır. Normal bir yetıidoğan'm vücudunda 75 mg/Kg kadar demir deposu var­dır. Doğumttaa önceki dönemde ya da doğum sırasında ya da perinatal dönemde kan kayıpları, bebeğin demir deposunu etkiler. Bu olayların en önemlileri .şunlardır. Plasenta previa, ablasio plasenta, sezaryan, fetus-dan anneye transfüjyon, ikiz bebek, bebeğin göbek kordonunun erken kesilmesi, yeııidoğandan tetkik için çok kan alınması olarak sayüabilir. lirken doğan ve düşük doğum ağırlıklı bebekler, demir depolanın ye­terince doldurmadan dünyaya geldiklerinden, büyüme hızlarının normal yenidoğana göre daha hızlı olmasından, demir gereksinimleri daha çok olmaktadır. İkinci aydan başlayarak demir verilmesi gerekir.

Yapay beslenmede olan süt çocukları, inek sütü ile beslendikleri sı­rada, kendi demir depolarını ku'lanmak zorunda kalmaktadırlar. İnek sütünün içerdiği demirin, düşük emilimi, başlıca nedendir.

İshalli çocuklar, ister doğal ister yapay beslensinler, emilimin azal-nı.ısı ve «kul ishal sırasında ortalama 1.85 mi/ gün kan kaybı nedeniyle gereksinimleri artacaktır.

Demir alınmasını engelleyen iştahsızlıklar, enfeksiyonlar ile kan kay­bına neden olan olaylar, demir gereksinimini artırırlar.

2       (Sesiillerin Kalite ve Kantitesi:

Genel olarak besinlerin içindeki demirin %10 kadarı emilmekte, ge­ri kalanı dışkı ile çıkarılmaktadır. Yalnız anne sütündeki demir '/<'50 ka­dar emilcbilmektedir. Karışık beslenme sırasında bu oranın düştüğüne iliş-' kin tartışmalar vardır.



Besinlerin bir kısmında demir oranının yüksek olduğu, bir kısmının da yüksek oranda emildikleri büinmektedir. Hayvansal kökenli besinler­de, bitkisel besinlerden daha yüksek oranda demir bulunmakta ve daha yüksek oranda emilmektedirler. Hayvansal besinlerdeki "hem" globıılin kısmından ayrılarak, ince barsakJardan emilir. Histidin, lizin gibi amino asitlerin bulunmasa, mide kloridrik asidinin yeterli olması, früktoz, askor-bik asit gibi maddelerin bulunması emilimi artırır. Emilimi engelleyenle­rin başında fitatlar ve fosfatlar gelmektedir. Suda erimeyen demir bile­şikleri de emilemezler. Besinlerle gelen demirde en iyi emilim et ve kara­ciğer üe (% 30) olduğu, balık (%15), ikinci derecede olarak; süt, yu­murta ve sebzelerdeki demirin emildiğine ilişkin tartışmalar vardır. Yu­murta içindeki demir fosfatlarla, tahıllardaki demir fitatlarla birleşmiş durumdadır. Çay, içindeki tannik asit nedeniyle besinlerdeki demirin emilimini engeller. Çocuk beslenmesinde kullanüınamahdır.

Günlük demir gereksinimi verilemeyen insanlarda, zamanla demir eksikliği anemisi gelişmektedir. Kadınlarda ve çocuklarda daha çok gö­rülmektedir. Çocukluk çağı kan hastalıkları içinde en sık rastlanılanına demir eksikliği anemisi olduğu, gelişmiş ülkelerde bile kabul edilmekte­dir. Gelişmiş ülkeler daha olay önlem alabümektedirler. Bizim bu konuya daha çok önem vermemiz gerektiği bir gerçektir.

Demir Eksikliği Anemisinden Korunma :

1    — Anne sütü ile beslenmeyi yaygınlaştırmaktır. Anne sütü ile beslenen bebeklerde, 6-9 ay içerisinde ,demir eksikliği anemisi çok sey-rek olarak görülmektedir. Dokuz aya kadar yalnız emzirilerek beslenen süt çocuklarında aneminin gelişmediği ya da çok düşük düzeyde kaldığı gösterilmiştir.

2    — Zamanında elementer demire ve ek besinlere başlamak gerekir.

Anne sütü ile beslenenler için 6 ay bir problem yoktur. Yapay beslenen­lerde elementer demire daha önce başlamak gerekir. Hazır formül mama­ların ısıtılarak verilmesiyle, içindeki elementer demir emiliminin %50'ye kadar yükselebileceği savunulmaktadır.

Normal Yenidoğan'a 3-4 aylık olunca 1 mg/Kg (Maximum 15 mg/G)

Erken doğanlar'a 2 aylık olunca 2 gm/Kg (Maximum 15 mg/G) Ek demir verilmesi 3 yaşma kadar sürdürülebilir.

4-10 yaşlarında, besinlerdeki demir 10 mg/Gün, 11 yaşından sonraki hızlı büyüme döneminde, 18 mg/Gün olmalıdır. Bebeklere 2 aydan önce demir verilmesi, hemoglobin sentezinde kullanamadıklarından    gereksiz



olmaktadır. 6 aydan sonraya bırakılması da çocuğun alışmasını güçleş­tirmektedir.